Medya Okur Temsilcisi (Ombudsmanı) Faruk Bildirici geçen hafta “Otomotiv sayfaları: Ver reklamı al manşeti” başlıklı bir yazı yazdı. Hürriyet Gazetesi eski Okur Temsilcisi olan Bildirici  yazısında hem otomotiv gazetecilerine hem gazete yönetimlerine, hem de reklam servislerine eleştirilerde bulundu. Bildirici’nin yazısında haklı olduğu bir çok yer olsa da, eksik bildiği, bilmediği noktalar da vardı. Sadece “otomotiv gazeteciliğinde çeyrek asırdır, “gazetecilik”te 39 yıldır kalem oynatan biri olarak konuya girmek istedim. Meslektaşlarımdan kim bu topa girecek, kim kulağının arkasına yatacak bilmiyorum? Ama bence bu son yazılan yazı için “gerçek otomotiv gazetecilerinin” de bir çift lafı olması lazım. Doğruların bilinmesi, yanlış bir algı yaratılmaması adına bu önemli. Öncelikle; kişiliği, gazeteci duruşu, konulara objektif ve ilkeli yaklaşımıyla saygı duyarak takip ettiğim, sevdiğim  gazetecilerin başında gelir Faruk Bildirici…  Zaman zaman da “otomotiv gazeteciliği” konu alır. 20 Kasım 2017’de Hürriyet Gazetesi’nde kaleme aldığı “Test Aracıyla Tatil” yazısında Kelebek Yazarı Onur Baştürk’ün Kia bir araçla tatil izlenimlerini yazdığını eleştirmişti. Ne var bunda diyeceksiniz? Öncelikle şu yok, Onur Baştürk’ün ehliyeti!.. Kia yönetimi o dönemde ehliyeti olmayan bir gazeteciye otomobilini tanıtması için 2-3 aylığına aracını vermişti. Daha sonra 27 Kasım 2017’de yine “Otomotiv Gazetecileri” başlığı altında sektör, otomotiv gazetecisi ve test otomobili konularını yazmıştı. 15 Nisan 2018’de de yine Hürriyet Gazetesi Okur Temsilcisiyken, o dönemde aynı gazetenin otomotiv editörü olan Emre Özpeynirci’yi “Biz Arabacıların Sektöre Katkısı” başlıklı yazısını eleştirmiş ve kısaca “bir gazetecinin temel amacı sektöre katkı olamaz” demişti. Bildirici’nin bu yorumuna sonuna kadar katıldığımı, biz gazetecilerin otomotiv sektörüne katkı değil, “haber yapmamız” gerektiğini söylemeliyim. Evet bunlar geçmişteki yazılar. Gelelim geçen haftaya. Faruk Bildirici pazartesi günü çıkan tüm gazetelerin önüne koymuş, manşet haberlere bakarak; “Otomotiv sayfaları: Ver reklamı al manşeti” başlıklı bir yazı yazmış. Yazının kısa girişi şöyle:    
“Gazetelerde her pazartesi yayımlanan otomotiv sayfalarının temel özelliği otomotiv şirketlerinin açıklama, bülten, tanıtım haberlerinin ağırlığını oluşturması ve bu sayfaların reklam servisleri ile bağlantılı hazırlanması. Yeni çıkan bir modelin reklamı ne kadar büyükse haberi de o kadar geniş oluyor bu sayfalarda…
Nitekim 5 Temmuz Pazartesi günü Akşam (Otofocus), Cumhuriyet (Otomobil), Karar (Oto mobil), Milliyet (Otokolik), Posta (Hakan Çelik), Türkgün (Otomobil sahibi), Yeni Şafak (Oto) gazetelerinin otomotiv sayfalarının manşeti aynıydı. Hyundai’nin satışına başladığı Bayon modeli araçla ilgili haberler manşetleri kaplamıştı.”
Şimdi gelelim benim yorumuma. Hyundai Bayon’un o gün tüm gazetelerde “haber”, bazılarında da “manşet” olmasından daha doğal bir şey yok. Çünkü konu başlı başına bir “haber değeri” taşıyor. Sadece Türkiye’de üretilen ve dünyaya da Türkiye’den satılacak olan “yerli” bir aracın, o hafta içinde Türkiye lansmanından sonra bu derece haber yapılması bence şaşırtıcı değil. Hele bir yıllık aradan sonra yaklaşık 60 kişilik bir fiziki lansmanın yapılıyor olması da haberin köpürtülmesinde etkili olmuştur. Aynı hafta reklamlarının da başlaması kadar doğal bir şey olamaz. Aynı reklamlar, televizyonlarda, radyolarda ve billboardlarda da yer aldı. Ama “algı” işte; Otomotiv haberciliğinde her şeye “reklam” gözüyle bakılması.
Evet Faruk Bildirici’nin yazısından devam edelim.


“Tembelliğe alıştıran ambargo taktiği” 
Otomobil şirketleri, otomotiv sayfalarının pazartesi günleri yayımlandığını gözeterek açıklama ve bültenlerini cuma-cumartesi günleri ambargolu olarak gönderiyorlar; gazetecilerin büyük çoğunluğu da bu durumu kabullenerek sayfa hazırlıyorlar. Elbette bu durumdan hoşnut olmayan otomotiv yazarları da var. Gazete Pencere’nin otomotiv yazarı Emre Özpeynirci, Twitter’daki paylaşımında bundan yakındı: “Gazetelerde pazartesi günleri yayınlanan otomotiv sayfalarında kullanılması için gönderilen her bültende 'ambargolu' ibaresi olunca, birçok sayfa birbirinin kopyası oluyor. Bırakın isteyen istediği zaman kullansın ki, özel içerikler üretilsin, haberler zenginleşsin. İnanın aynı tornadan çıkmış haberler yerine, özel haber üretilmesi ve araştırmacılık sektörün ve ülkenin gelişmesi için çok daha önemli. Bültenlerin her mecrada çıkması için uygulanan bu ambargo taktiği, tembelliğe alıştırıyor ve gazeteciliği ne yazık ki bitiriyor.” Özpeynirci’nin itirazına katılmakla birlikte aslında gazetecilerin o bültenleri kullanmak zorunda olmadığını hatırlatmak durumundayım. Gazeteciler önceliği araştırma ve özel haberlere verip, bültenleri yayımlamayabilir. Zaten bültenleri sözcük bile değiştirmeden olduğu gibi yayımlamak, ne kadar gazetecilik faaliyeti olarak görülebilir, emin değilim. “


Ambargoyu koyduran ambargodan yakınan mı?
Evet Pazartesi günleri yayınlanan Otomotiv Sayfaları”nda ne yazık ki bir “ambargo geleneği” var. Sonuna kadar karşı olduğum, Bildirici’nin de sona kadar haklı olduğu bir tespit… Peki sevgili Bildirici, bu “pazartesi ambargosu” ne zaman ve nasıl başladı biliyor musunuz? Kısaca anlatayım; Bu yola Hürriyet Gazetesi’nin medyanın “Amiral Gemisi” olduğu yıllarda otomotiv editörlüğü yapan meslektaşımızın dayatmasıyla gidildi. “İnternetçi” dediği arkadaşları haberi hemen (Pazartesiden önce) yazmasınlar diye markalara “Başka yerde bu haber önce çıkarsa Hürriyet’te yayınlamam” baskısı altında oluştu bu “ambargo. Markalar da haberlerinin Hürriyet Gazetesi’nde çıkmasına büyük önem verdikleri için de “internetçi” arkadaşları toplantılarına o şartla davet ettiler. Dijital yayınlarda çalışan otomotiv gazetecileri de bu kurala uymak zorunda kaldı. Sonra bu gelenek olarak kaldı.
Mevlana demiş ya; “İncitme! İncittiğin yerden incinirsin” diye.  İşte, yıllar sonra kaderin bir tecellisi oldu. Basılı gazetelerde yer bulamayınca mecburen “internetçi” olan meslektaşımıza Allah; “Bırakın isteyen istediği zaman kullansın ki, özel içerikler üretilsin, haberler zenginleşsin.” diye yazdırttı. Allah’ın sopası yok adaleti var” denen şey yıllar sonra olsa da yaşandı işte. Ambargo olayı bundan ibaret!..
Neyse konuyu daha fazla uzatmayacağım. Faruk Bildirici’nin konuyla ilgili yazdıklarının çoğuna imzamı atarım, hatta yazdıklarının bir bölümünü yıllardır yazan tek gazeteciyim. Ama eleştirirken “otomotiv gazeteciliği”nin itibarını zedelememek, “al reklamı yap manşeti” seviyesine indirmemek gerekiyor diye düşünüyorum.
Oysa benim açımdan Hyundai Bayon lansmanın yapılış şekli, davet edilen gazeteci tercihleri, ayırmalar-kayırmalar konusunda yazılacak çok şey var. Bunları “içerden” biri olarak belki daha sonra yazarım.