Eylül ayı lansman-toplantı trafiğine bakınca pandemi öncesindeki yoğunluğu bile geçtik diyebilirim. Hele hele otomotiv sektörünün bu süreçteki  “otomotiv gazetecisi” tercihleri hayli değişmişken, bizim gibi hem geleneksel, hem de dijital medya yayıncıları pek fazla rağbet görmez oldu. Bizim yerimize öncelikle doğal olarak işini hakkıyla yapan youtuber arkadaşlar tercih edilir oldu. Bu çok da doğal. Onların da birçoğu zaten otomobil dergilerinde çalışmış, otomobil dergilerinin kapanması nedeniyle youtube tarafına geçmiş başarılı üretken meslektaşlarımız. Bir çoğu ile geçmiş dönemde dergilerde beraber çalıştığım için şimdiki çalışmalarını büyük bir keyif ve gururla izliyorum. Yani “bu habercilikle falan uğraşacağıma, açayım bir youtube kanalı, arabaları tanıtıp geçeyim” diye düşünenlerden değilim. Hiçbir işin “hele hele giren herkesin başarılı olamayacağı” youtube işini bu derece itibarsızlaştırmaya çalışmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Herkesin kendi işine bakmasından yanayım.
 
Bunun dışında üzüntüm, satın alınan takipçilerle yaratılan sosyal medya (instagram, youtube) hesaplarını yöneten gazeteci olmayan arkadaşların bu tarz yurtiçi ve yurtdışı lansmanlarında rağbet görmesi-yer alması. Bir ajansın veya markadaki bir PR’cının sahte takipçilerle dolu instagram veya youtube hesaplarına bakıp da durumu anlaması en fazla 5-6 dakikalık bir iş aslında. Ama alan memnun, satan memnun olunca yapacak bir şey yok! Sonuçta adı üstünde “davet”… Marka istediğini çağırır istemediğini çağırmaz… Ama sosyal medyadaki bu yalan dünyaya bakarak, aslında işini doğru yapan yayıncıların, otomotiv dergicilerinin, üreticilerinin saf dışı kalması sektöre de, medyaya da büyük ama büyük haksızlık. Bu yalan “etkileşim” rüzgarı estikçe bu da devam edecek sanırım.
Özel olarak kimseyi hedef almıyorum. Kimseyle alıp-veremediğim de yok bu konuda. Davetli olduğum lansmanlara yayınlarım adına gidiyorum. Davet edilmediklerim için de “vardır bir bildikleri” diyor geçiyorum. Bu benim yazdığım konu da zaten hemen hemen her katıldığım lansmanlarda konuşulan bir konu. Yani herkes kapalı kapılar arkasında konuşuyor. Ben herkesin bildiğini köşemden paylaşıyorum o kadar.
Evet gelelim lansman trafiğine. Geçen hafta önce 2 günlük Dacia lansmanı için Paris’teydim. Renault Mais’in davetlisi olarak katıldığım lansmanda Dacia’nın yeni yüzüne ve manifestosuna tanık oldum. Her yönüyle dört dörtlük bir lansman ve ağırlamaydı. Emeği geçen herkesi kutluyorum.
Paris’ten bir grup arkadaşla birlikte Nice geçtik. Orada da DS 7’nin lansmanına dahil olduk ve yeni aracı test etme şansını elde ettik. Nice’in huzur veren sahil şeridinde DS7’lerle sürüş izlenimi yaparak dolaşmak, çekim yapmak çok güzeldi. DS7’nin dönüşünde akşam uçaktan iner inmez İstanbul Ortaköy’deki Hyundai Ioniq 5’in tanıtımına yetiştik. Elektrikli model için yapılan lansman belki de (benim tanık olduğum) son yılların en kalabalık ve en görkemli lansmanıydı. 250 kişilik davetlinin sanırım üçte biri otomotiv basını, diğer bölümü de farklı meslek ve sosyal  gruplardan oluşan davetli topluluğuydu. Büyük emeklerle hazırlanan bu lansman için de Hyundai Türkiye’de emeği geçen herkesi kutluyorum. Şu içinde bulunduğumuz süreçte böylesine görkemli bir lansman yapmak her markanın harcı değil bence…
Bu hafta da 308 lansmanı gerçekleşecek. Zaten iddialı olan 308, bu lansmanda da davetli sayısında bakınca iddiasını ikiye katlayacak gibi duruyor.
Kısacası iç pazarda sıkıntı yaşansa da gördüğünüz gibi markalar tam gaz çalışıyorlar. Lansman trafiği aslında pazarı özetliyor.