Yılın ilk yarısı geçtik. Rakamlara bakınca, ortalık hiç de fena değil. Satışlar pandemi öncesi yıllara yakın. Tedarik sıkıntısı yokken, döviz bu kadar oynak ve yüksek değilken, satın alma gücü daha iyiyken de bu kadar satış yapılmış. Şimdi bu sorunlarla beraber eski rakamlara ulaşmışız. Markaların üst düzey yöneticileri araç bulunsaydı  sattıkları kadar daha satış yapabileceklerini söylüyorlar. Evet ÖTV ve matrah sistemi, baremlerin yükselmesi büyük dezavantaj. Ama bakıyorsunuz otomotiv sektörü paydaşları bu konudan şikayetçi olsalar da isyan etmiyorlar. Mevcut durumdan memnunlar. Banka kredi faizleri düşmüyor ama onların da eskisi gibi kredi verme israrları yok. Markaların kendi taşıt finansman şirketleri de neredeyse krediyi durduracak. Aylık kredi faizleri yüzde 4’lerin üstünde seyrediyor. Kredi vermeye yanaşmıyorlar. Akaryakıt  fiyatlarının geldiği durum insanı arabadan soğutmaya yeterli. Ama işte geçen hafta hep birlikte gördük bayramda İstanbul boşaldı ve Bodrum’a akın etti. Yakıt masrafı ve otoyol paraları toplasanız eskiden yani bir yıl önce bir ailenin toplam tatil masrafıydı. Bu şartlar altında ayda 60-65 bin aralığında sıfır otomobil satılıyor. Bunun 7-8 katı da 2.el otomobil el değiştiriyor. Herkes ağlıyor, ama herkes de otomobil almak için sıraya giriyor. Yazının başından bu yana hep “çelişkili orantılarımız”ı yazdım. Artık normalleştirdiğimiz hayat pahalılığıyla birlikte yaşama alışkanlıklarımızı ifade ettim... Çok marjinal mekanlar  ama sosyal medyada “fiş paylaşma” modası çıktı. Bu paraları veren insanlar var. Açlık sınırında yaşayan insanlar olduğu gibi. Evet otomobil fiyatları ve otomobilli hayat çok pahalı bir hal aldı. İşte ekonomizdeki bu çalkantı ve belirsizlik otomobili daha cazip hale getirdi. Herkes “oto al-sat” işine girip bir otomobilden en az 50-80 bin arası kar etme peşinde. Yani herkes ağlıyor gibi gözükse de herkes bu durumdan bir fayda sağlama peşinde. Kısacası markalar memnun, otomobil bulup alan memnun buradan “yandık bittik kül olduk” edebiyatı ancak etkileşimi arttırır. Başka da bir işe yaramaz. Bu arada devletin ÖTV’sini hesaplayıp da  bir “araba da devlete alıyoruz”  yaygarası da doğru değil. Bakın otomotivden bir yetkili çıkıp da “nedir bu ötv matrahları. Bu durum sürdürülemez” diyor mu? “Devlet gölge etmesin bu durum bizim için ideal” görüşü hakim. Bayilerin kar marjlarının en yüksekte seyrettiği bir dönemden geçiyoruz. Hani o otomobil bulamayanın anında “galerilere satıyorlar” diye suçladıkları bayiler. Satışta da satış sonrası servis hizmetlerinde de altın çağını yaşayan bayiler… Bütün bunlardan bağımsız yabancı otomotiv marka ve şirketlerin Türkiye’ye iştahının kabardığı bir dönem…
Ağlak tayfa hariç, görünen o ki tüm olumsuzluklara rağmen otomotivde işler tıkırında. Daha iyi olabilir miydi? Evet olabilirdi.
 
Otomotivin doğaya ve doğa sporlarına ilgisi büyüyor!
Pandeminin en büyük faydalarından biri bence bize doğa güzelliklerimizin ve doğanın değerini anımsatması oldu. Evlere tıkıldıktan sonra, bir sahili, bir esintiyi, bir dağı, ormanı ve doğa güzellikleri daha büyük anlam kazandı. Doğa güzelliklerimiz de  doğa sporlarımız da hak ettiği ilgiyi görmeye başladı. Doğa sporların anlamında yaz kış tam bir cennet olan ülkemizde, özellikle beyaz yakalı, plaza çalışanlarının doğa sporlarına gösterdiği ilgi çok büyük boyutlarda. Hemen hemen her yarışa binlerce amatör sporcu katılıyor. Bu özelliğin farkına varan bazı otomotiv markaları da doğa sporlarına destekliyorlar. Bazen yarış sponsoru, bazen araç desteği sunan markalar doğa ve doğa sporlarının atmosferinde böylece modellerinin de “doğal” tanıtımlarını yapıyorlar. Genellikle de üst düzey yöneticileri doğa sporlarına katılan markalar bu tarz etkinliklerde bulunmaya özen ve önem gösteriyorlar. Bu markalar arasında ilk akla gelenler; Peugeot, Suzuki, Skoda, Toyota, Opel, MG, Honda, Renault ZOE, Hyundai, BMW, Mercedes ve Dacia olarak sıralanıyor. Bence de çok yerinde ve olumlu bir destek bu. Genellikle SUV modellerinin doğaya ve doğa sporlarına çok yakıştığını da söylemeliyim.