acelik @ otomobilgazetesi.com

Geçen hafta Peugeot Türkiye ve Volvo Cars Turkey’in genel müdürleri yine değişti. Yine diyorum çünkü; otomobil gazeteciğim sürecinde sanırım bu iki marka için de 7’inci yeni genel müdür haberi yaptım.  Avrupa’dan Türkiye’ye “şark hizmeti” olarak atanan yabancı genel müdürler 2-3 sene içinde Türkiye’den ayrılıyorlar. Aslında hemen hemen hepsi için Türkiye “şark hizmeti”nden daha çok “dinamik pazar kursu” haline geliyor. En azından her sabah güne “kur” heyecanıyla kalktıkları bir başka ülke daha yok çünkü… Tam Türkiye dinamiklerine alışıyorlar, bence “her şartta” otomobil satmayı öğreniyorlar ve bir başka ülkeye daha atanıyorlar. 

İşte geçen hafta Volvo Türkiye’nin yeni  Genel Müdürü Frank Versaevel ile Alaçatı’da XC90 lansmanında tanıştık. Versaevel’in babası da  Volvo’da çalışmış. Çek Cumhuriyeti’nden gelen Versavel, orada genel müdürlük görevini Çek bir çalışana bırakmış.  Aynı sonucun ileride Türkiye’de de gerçekleşmesini umut ettiğini söylüyor. Yani buradan giderken yerini bir Türk yöneticiye bırakmayı hedeflediğini söylüyor. Tabii daha bunun için önünde en az 3 yılı var. Bir de Volvo üst düzey yönetiminin de bunu benimsemesi gerekiyor. 

 

Aynı şekilde Peugeot Türkiye genel müdürü de değişti. Fransız Laurent Pernet Peugeot Türkiye Genel Müdürü olarak atandı…

Peugeot da, Volvo da Türkiye’de “potansiyeli olan” markalar. Hemen hemen her sene bir önceki yıla oranla artış gösteriyorlar. Bu artış yeterli olmasa da markalar adına umut verici. Ürün çeşitliliğine göre değişen satış grafikleriyle pazara her zaman umutla bakan markalar olduklarını söylemeliyim.

Şimdi gelelim bu yazının ana fikrine. Bence; Peugeot da Volvo da Türk bir genel müdürle yönetildiklerinde Türkiye pazarının dinamiklerine daha hızlı ayak uydurabilecekler. Satış ve pazar payı rekabetinde her yeni genel müdür değişikliklerinde yaşanan “fren mesafesi” ortadan kalkacak diye düşünüyorum. Örneğin Opel yıllarca yabancı genel müdür ile yönetildi. Opel yönetimi daha sonra bu görevi bir Türk çalışanına, Özcan Keklik’e devretti ve  bu nöber değişimine son verdi. Opel Türkiye’nin istiklarlı gidişinde bu ayrıntı önemli bir yer tutuyor.

Milliyetçilik olarak algılanmsaın ama Türkiye’de bu değişken şartlar altında otomobil satmak bana Türk yöneticilerin işi gibi geliyor. Bir Fransız veya bir İsveç’in hayatı boyunca karşılaşamayacağı, filmde görse “abartı” sanacağı onlarca dert-tasa-çelişki-sorun ve toplumsal dinamikle bir Türk yönetici doğuyor ve büyüyor. 

Neyse yeni gelen genel müdürlere görevlerinde başarılar diliyorum ama yıllardır o genel müdürlere Türkiye’yi ve bu şartlarda otomobil satmayı öğreten Türk yönetici arkadaşlarımı da o koltuklarda görmek istiyorum :)